Kayıtlar

13 Milyar Yıllık Lanet

Resim
Girip de çıkamadığımız o karanlıklarda esiriyetin manası kanımızı soğutana kadar kalmak ve Abdülmecid'in fermanına inatla birer mühim parça bırakma mecburiyetinden işte bu karanlıklara geldim. Velhasıl oldukça eksiğim. İki eksiğin bir tam edebilmesi umuduyla bizim de tek umudumuzdu yabancı kan izlerine gölge oluşumuz. Nitekim fazlalıklardan kurtulmayı zaten çok iyi biliyoruz. Zürih'ten bir kadın söz ederken rüzgarın kaldırma kuvvetinden halıları uçuran spiritüel masumiyetini bizim kulaklarımızla kirletti. Ve Arşimet ekseriyetle içi boş insanların dibe doğru sivrilip büyüyemeyeceğini düşündüğünden olmalı suya lüzumsuz fiziksel güçler yükledi. Rüzgarı hiçe sayan milyonların tek arzusu göğe yükselmek olduğundan ve tüm güçleriyle zıplamalarından mı bu lanet dünya her geçen gün daha çok dibe batıyor. Dibe batan bir yoğunluğun üzerinde yeni dipler keşfetmek bilmelisin ki adını koyamadığım

Koca Bir Aşk İle

Resim
Ah şu çabalar yığını! Yüzyılların ertesinde yığınlaşan her şeye inat, en güzel yığınlar; sihirli dokunuşların elindeki ezgilerdir. Ve onlar ölesiye ama hiç ölmeden haykırsalar da çabaların çaresiz olduğunu koca bir evren sanki aşk ile var olmuş gibi hala aşkı bir hedef sayanlar yaşıyorken dört bir yanımızda nefrete bağlılığımı sorun etmek bir hatadır, kuşkusuz. Ve dört bir yanımızda yaşayanlar ölecekler, elbet. Yığınlara birer ezgi daha bırakıp onların ardından ağlarken biz hala aşkın koca bir ayı sanki güneşin tutsak sevdalısı gibi güneşin peşinde dönüyorken seyretmek onların yanlışlarına; aşkın gerçek bir hedef olmasına yine, yeniden aşık olmasına sebep verecek. Ve tanrı bu büyük örtüsünü, bu harika döngüsü sürdürebilmenin yenilmez güveniyle yeni çocuklar savurup toprağa

Yüreğimi Deş Benim!

Resim
Yüreğimi deş çocuk. En üzüldüğün günü anlat bana. 'Unuttum bile' dediğin o yok oluşları anlat. Unutmadığını biliyorum, unutamayacağını da. Çünkü yaratan, o keskin hafızanı hatırlaman için tasarlamış. Özlemek için özel olarak tasarlamış, beynindeki o kıvrımları. Şimdi ben o karışık labirente konan fare olsam; yine gider bulurum en acı hatıranı. O yüzden, sen anlat çocuk. 'Dünyanın kanunu bu' deme. 'Böyle olması gerekiyordu' deme. İsyan et ufacık. Kim bilir, belki bağımsızlık kazanır duyguların. 'Neden?' de mesela.  Bağırmana da gerek yok üstelik. Çünkü sen sussan da ben duyarım. Ama sen anlat yine de. Yüreğimi deş benim. Hasrete dair üç-beş cümle kur mesela. Utanmana hiç gerek yok. 'Özledim' de. 'Annem' de, 'ne güzel yemek yapardı...' Anlat, ki ben anlatmasan da görebiliyorum bunu derken gözlerinin saçacağı hüzünlü dalışları. Ve dudakların, gülümser bir halde. Biliyor musun çocuk? Gözlerin doldu. Bir şeyler azaltmaya çalışıyor

Bekliyorum...

Resim
Bekliyorum.. Kimse kalmayıncaya kadar gecelerde. Kimseler duymasın çığlıklarımı, Görmesinler kendimi azarlayışlarımı, Deli demesinler bana, alay etmesinler diye; Gecenin en geç saatini bekliyorum. Sonra şiirlerime kızıyorum her gece. 'Sevmiyorum sizi, yeterince güzel değilsiniz !'' Kalemimi ağlatıyorum, ettiğim küfürlerle Ve sevgiliye kızıyorum, ''Ne arıyorsun farklılık mı? ''   Edebimi aşıyorum ben bu saatlerde, Kine susamış karanlığa benziyorum. Zihnimde dolaşıyor kelimeler Ve ben hepsini bir bir eziyorum... Yine geziyorum gökyüzünde, Kontrol etmeliyim, kimse olmasın sokakta. Yoksa nasıl bağırabilirim kalemime? Bana deli der, bir duyan olursa... Günler çok hızlı geçiyor. Ama bu geceler, hiç bitmez mi? Ve sen, farklılık mı arıyordun? Yatağımın içinde tüm dünyayı dolaşabiliyorum, Yetmez mi? Yunus Lekesiz Takip et: @YunusLekesiz

Şairin Katliamı

Resim
Olay gece 04.00 sularında hasta bir şairin kendisine hedef belirlediği boş bir defterde meydana geldi... Ne olduğu hala bulunamayan bir duygunun, karmaşık bir beyinde yankılanan, canhıraş çığlıklarının etkisiyle kaleme sarılan şair; önüne çıkan bütün kelimeleri kaleminin sivri darbeleriyle kanlar içinde deftere serdi... Ve kelimelerin acı feryatlarının bir araya gelmesiyle oluşan, ne anlattığı belirsiz cümleler sardı defterin her satırını... Ne yapacağını bilemeyen çaresiz kelimeler, şairin oluşturduğu kan deryasında karışarak, içerisinde türlü türlü duyguların saklı olduğu eşsiz bir şiire dönüştü. Hala yaşama şansı bulunan bir kaç defter sayfası, şairin de göz yummasıyla buruşturularak en yakın çöplüğe sevk edildi. Olay sonrasında defterde kalan şiir, kendisini okuyan her insanda büyük yankı uyandırdı. Yazdığı katliamdan pişman olmayan şair, kendisine engel olmaya çalışan tüm nefret ve kinlere rağmen teslim olmadı. Olayı anlatan görgü tanıkları, şairin işini mükemmel yaptığın

Bir bakış işte...

Resim
Hani bakarsın ya bazen semalara, uzaklara… Ne kimseler bilebilir gördüklerini, ne gözlerin şekil verebilir onlara. Ama sen görürsün o uzaklara bakarken zihninde dolaşan düşünceleri, hayalleri… Baktığın uzak diyarlar gibi hayallerinde uzaktır çoğu zaman sana. Bazen yaklaştığını hissedersin onlara, bazen de imkansızlaşır aklında yer ettikçe. Ve o bakış belirler çoğu zaman gideceğin yolu, atacağın her adımı… Hatta kimi zamanlarda o da çaresiz kalır, kafan karışır. Bakışına engel olmaya başlar göz kapakların. Ve kapanır bazen hayallerine giden bütün yollar. Bir bakış işte… Kimi zaman şair eder aşığı; ak sayfasına bakarken düşündükleriyle, kimi zaman deli eder insanı aynaya bakarken canlanan korkularıyla. Yunus Lekesiz Takip et: @YunusLekesiz

Gücün Mavi Tarafı

Resim
Bembeyaz bir pamuk tarlasıydı benim küçüklüğüm, mahallem… Ben de bembeyaz bir pamuktum. Sonbahar hüzünleri, kış dertleri, yaz ihtirasları, ilkbahar umutsuzlukları umrumda değildi. Mevsimler gelir geçerdi. Ve mevsimler geldi geçti… Koparıldım bir gün. Bir denize uçurdu kaderin rüzgarı beni. Dert suyuyla ağırlaştım, ağırlaştıkça büyüdüm, olgunlaştım. Her dertte biraz daha dibe ba ttım. Gözlerimi acıttı tuzlu özlem. Genzime kaçtı kirli aşklar. Nefesimi kesti keskin, öfkeli yosunlar. Acıya alıştım zamanla. Gözlerimi açabildim kendimi savunma ihtiyacıyla. Hayatla karşılaştım bulanık sularda. İleriyi göremedim hiçbir zaman. Arkama dönme fırsatı vermedi önümdeki tehlikelerin bitmeyişi. Bazen üzerime geleni dost sandım, gelen geçti içimden, canım yandı. Arkamdan geleni düşman bildim sonra, kaçtım daha puslu dünyalara. Savaşı fısıldadı kulağıma, dalgaların kayalarla çarpışı. Silahı kuşandı nemli ellerim; son bulan savaşların kalıntısı, çürüyen bedenlere inat kumların altına saklanan sivri

Yitik Ülke

Resim
               Ağrı kesicileri çağırırdım yardıma, başımdan gözlerimin altına akan sığ suların sıcağını hissettiğim zaman. Ağrı kesiciler, ağrılarımı kesip parçalara bölerken ben, her birine bir isim takardım; bu özlediğim çocukluğum, bu bilmediğim geleceğim, bu rahatsız ruhum, diğeri değersiz bedenim vesaire... ''Şu en büyük olanı da aşk olsun,'' derdim. Aşk olsun ki, diğerlerini gizlemek kolay olsun, aşkın parlayan alevinin gölgesinde...              Duygularının, ağrılarının bölünüp, parçalara ayrılmasına müsaade eden tek imparatordum yitik bir ülkede. Her bir ağrı bir ırkı temsil eder, kendine has acılar, işkenceler taşırdı bünyesinde. Ve saldırır dururlardı, bağımsızlığın verdiği acı ile bedenime. Burası yitik bir ülke çünkü yoksun. Var olsaydın eğer bir tek adı olurdu bunca şeyin. ''Sen,'' der, geçerdim; ruhumun başka boyutlara geçişinde, önüme çıkan gümrük geçitlerinde. Ve kaçak bir sıfatı olmazdı ruhumun. Ve çok daha fazlası olma

Zamanı yok et!

Resim
              Kimse anlamadı, kimse keşfedemedi içindeki büyük gücü. Cesaret… Belki delilik… Hayallerine ulaşmak için beklediğin o an, büyük ihtimalle bir başka insanın hayaliydi. Delilik olmasaydı; kim isterdi ki zaman kavramının insanı yaşlandırmasını? Günleri, ayları, yılları, saati, dakikayı, saniyeleri, bizi her an eskiten bu kıymetsiz canavarı kim doğururdu? Ve neden? Hiçbir açıklaması olmayan bu gerçeğin bizi bekletmesine izin verecek kadar önemsiz mi hayallerimiz? Oysa her şeyimiz. Çoğumuz için, gerçekleşmese de kurduğumuz an yüzümüzü güldürebilen, adımlarımızı isyan etmeden atmamızı sağlayan bir hediye… Hayatta olmamızın sebebi belki…              Bize gereken biraz da bencillik… Hiçbir şeyi düşünmeden hayallerimizin peşine düşmek,  hayattaki en mantıklı düşüncemizdi aslında. Döngülerin döndürdüğü başımız, elbet bir gün durup gerçekleşen hayallerini izlemeyi yalnızca bekleyecekse, o döngüler kısır kalır. Bencil ol. Sadece ‘seni’ düşün. Seni sen yapan hayallerini, hayaller

Devamı olmayan bir yazı...

Resim
            Son cümlesini yazmıştı defterine. Basit bir cümleydi ama sondu. Kalemi bırakırken titreyen elleri, ayrılığı tanımlıyordu. Ne olabilirdi ki onu yıllarca konuşturan kaleminden ayıran? Ne suç işlemişti de bu cezayı hak etmişti?             Kapanan defter şimdiden anlamıştı tozların altında uyuyacağını. Kalemin dili olsa yine ifade edemezdi içindeki sızıyı. Ve o son cümle. Gururluydu kendince. Yüzlerce cümlenin arasında nokta olmak,  bir insanın hayatında virgül olmak onu farklı kılıyordu. Boş kalan sayfalarsa tanıyorlardı şairlerini. Kaldıramıyorlardı terk edilmeyi ve sabırla bekleyeceklerdi doldurulmayı yine…             Şairse sessizdi. Her zaman olduğu gibi. Umursamazlığa, sorumsuzluğa varan gereğinden fazla soğukkanlı tavırlarını, dışarıdan başka biri seyretse çıldırabilirdi. Nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Duygular, üzüntüler, heyecanlar değil miydi onu şair yapan? İçine nasıl gizleyebiliyordu hepsini, yüzünden habersiz? Gözleri, hayallerine bakıyordu çatlak penc